İslam-Tasavvuf

ANA SAYFA

İslâm'ın yayılışı

Gerçekte, İslâm dininin böyle hızla gelişip yayılmasını yalnız kutsal savaşlarla fetihlere bağlamak yetersizdir. Bunda, Hz. Muhammet'in Kur'an aracılığıyla yaydığı ilkelerin ve kuralların gerçeklere uygunluğu, sadeliği, geçerliliği de büyük etken olmuştur. İslâm inancında, İbrahim, Musa ve İsa peygamberlerden sonra en büyük ve özellikle «son» peygamber, Hz. Muhammet'tir.

Hz. Muhammed, 571 yılına doğru Arabistan'ın Mekke şehrinde, soylu bir aileden doğdu. Ticaret kervanı yöneticisi olarak çalışıyordu. Allah tarafından ve onun adına konuşmak üzere peygamber (haberci) seçildiğinde kırk yaşlarındaydı. İnsanlığa, Tanrı'dan getirdiği birtakım yeni önerileri vardı. Toplum ilişkilerini yeniden düzenleyecek olan bu öneriler yeni bir dinin ilkeleri oluyordu. Açıklamalarının tamamı, daha sonra, İslâm'ın kutsal kitabı Kur'an'ı oluşturan 114 surede toplanacaktı.

Kur'an'ın Tanrı tarafından Hz. Muhammet'e vahyedilmesi 22 yıl, 2 ay, 22 günde tamamlandı. Hz. Muhammet, yeni bir dinin kurucusu olarak görevlendirildikten hemen sonra en yakınlarını (eşi Hatice, amcasının oğlu Ali, arkadaşı Ebubekir gibi) kendi inancına davet etti. Bunlar ilk Müslümanlardı.

Sonra Hz. Muhammet bütün Mekkelileri «Tanrı birdir ve Muhammet onun peygamberidir» ilkesine inanmağa davet etti. O, yeni bir dinin habercisi ve müjdecisiydi. İyilik, doğruluk, güzellik esasına dayanan bu din, insanlar arasında adalet, kardeşlik ve sevgi ilişkilerini kurmağa ve huzurlu bir dünya yaratmağa yönelikti.
                                  
                                                                  “Soyum üzerinde bana eza eden kimseye, 
                          Allah’ın gazabı büyük olur.”

                     Muâviye b. Ebu Süfyân’ın halife olarak halktan biat almasıyla birlikte bir asır sürecek Emevî Devleti de kurulmuş oldu. Artık İslam ümmetinin yaşantısı ve geleceği Ümeyye oğullarının halifelerinin yönetimde izleyeceği stratejiye göre şekillenecekti. Bu durumun farkında olan ümmet de yaşantısına etki edecek olan halifelerin kontrol mekanizması olmaktan uzak duramazdı. Bu politikanın gereği olarak onlar yönetimde zeki, güçlü, adil ve dirayetli olan  halifeleri kabullendiler. Ancak halka zulmeden, yönetimde Allah’ın hükmünü uygulamayan, zevk ve eğlence ile gününü geçiren zalim halifeleri de içlerine sindiremediler. Bu zalim halifelerle çağdaş olanlar güç yetereceklerini  anladıklarıı zaman isyan etmekten kaçınmadılar. Güç yetiremeyeceklerini anladıkları zaman da  hiçbir şey yapamasalar dahi onları vicdanlarında yargılamaktan uzak durmadılar. Öyleki onların zalimliklerini ve zorbalıklarını yargıladıktan sonra onlara yakışacak diğer zalimlikleri de kendi sinesinden katmaktan çekinmediler. Akıllarına gelen tüm kötü meziyetleri onlara birer birer atfedip bunu da adeta yaşanmışcasına doğru kabul ettiler. Onlardan sonra gelen  halefleri de bunları doğru kabul ettiği gibi seleflerine daha dramatik yaklaşmak ve  onların çektiği acıları çekmek için bu rivayetlere eklemelerde bulundular.

                 Mesela peygamber torunu katili olarak bilinen Yezid’i ne çağdaşları ne de onlardan sonra gelenler bir türlü kabullenemediler. Bu sebeple de sinelerinde bildikleri tüm kötülükleri adeta Yezid yapmış gibi Yezid’in hayat senaryosuna işlediler. İşte bu zaviyeden bakılırsa Yezid, babasının kurmuş olduğu güçlü yönetimden dolayı halkın tepki ve  tehditlerinden uzak bir şekilde eceliyle ölse de halk ona eceli ile ölmeyi reva  görmedi. Onlara göre peygamber torununu öldüren kişi en adi bir şekilde ölmeliydi. Bu sebeple de hem çağdaşları hem halefler hem de hissiyatlı tarihçiler kendi mahkemelerinde Yezid’i yargıladılar. Hatta kendileri daha dramatize etmek için Hz. Peygamber’e isnadlarda bulunmaktan da çekinmediler.

  

“ Kim cennetlik bir kadınla evlenmek isterse Ümmü Eymen ile evlensin.” 
“Şu  kadın (Ümmü Eymen) ailemden  son kalan  kişidir.”
 “Ümmü Eymen annemden sonra annemdir.”

                    Kadınları Câhiliyye Döneminin değersizliğinden kurtarak yüce bir makama ulaştıran Hz. Peygâmber’in hayatında ve çevresinde birçok kadının olduğunu görmekteyiz. Hz. Peygâmber onlara ne kadar değer verip önem gösterdiyse, onlar da bir o kadar ona değer vermişlerdir. Öyle ki bu kadınların her biri Hz. Peygâmber’in hayatının önemli bir parçası olmuşlardı. Ve bu kadınlar bu meziyetleri ile hem kendilerinden sonra gelecek kadınlara örnek oldular, hem de Allah Rasûlün takdirine mazhar oldular. Tarih de onları altın harflerle kayıt etti. İşte kendini tarihin zengin sayfalarına yazdıran ve Hz. Peygâmber’in hayatında önemli bir yeri olan kadınlardan birisi de Ümmü Eymen’dir.

       Kimdi Ümmmü Eymen? Sevgi ve sadakat hamuru ile yoğrulmuş, sevdiği kadar sevilmiş yüce bir kadındı. Peygâmber’in doğumuna şahit olmuş ve Peygâmber evinde büyümüştü. Ebvâ Köyü’nde annesizliğin acısını tadan küçük Muhammed’i bağrına bastıktan sonra, ona şefkat kollarını uzatacak kadar da vefakâr biriydi. Artık bundan sonraki yaşamını da bu öksüz ve yetim yavruya adayan, ona hizmet etmekten yüksünmek şöyle dursun bundan zevk duyan fedakar bir insandı. Bu meziyetlerinden dolayı da Hz. Peygâmber’in sevgisine mazhar olan bir kadındı. Onun sevgisini kazanmak da doğal olarak Muhammedî kimliğe mensup kişilerin yani bütün Müslümanların sevgisini kazanmaktı.

          Ümmü Eymen’i Müslümanların nezdinde şerefli kılan unsurlar sadece yukarıda anlatılan şeyler değildir. Yani onun fazileti sadece Hz. Peygâmber’e hizmet etmesiyle sınırlı değidir. Onun o kadar çok meziyeti vardır ki anlatmakla bitmez. O öncelikle ilk iman edenlerden birisi ve iki defa hicret ederek Muhacir olma şerefini nail olmuş imanlı, ihlâslı ve samimi bir müslümandı.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol