MUSA TOPTAŞ EFENDİ HZ KS
TOPBAŞZÂDE Musa Efendi (Musa Topbaş) Musa Topbaş 1917 (1333) yılında Konya’nın Kadınhanı ilçesinde dünyaya geldi

Tüccârândan Ahmed Hamdi Efendi’nin oğludur

Büyük dedesi Topbaşzâde Ahmed Kudsî Efendi, Mevlânâ Halid-i Bağdâdî hulefâsındandı

Babasının işi sebebi ile İstanbul’a yerleştikleri için Mûsâ Efendi’nin çocukluğu ve hayatı İstanbul’da geçti

İlk eğitimine Erenköy’deki Fransız mektebinde başladı, daha sonra Nuruosmaniye’deki İnkılap Lisesinde devam etti

Orada iki yıl kadar okuduktan sonra ayrıldı

Ailesinin dînî bir eğitim almasını istemesi sebebiyle, Elmalılı M

Hamdi Yazır’dan Kur’an ve din dersleri okudu

Bir ara Âyân Meclisi âzâsı Mustafa Âsım Yörük Hoca’dan eski usülde Arapça ve dînî bilgiler aldı

Prof

Angel isimli bir Mûsevî’den dört beş yıl kadar özel Fransızca dersleri gördü

Fransızca’sını bu dilden tercüme yapacak seviyeye getirdi

Nitekim onun imzâsıyla yayınlanmış bir Fransızca kitap da bulunmaktadır

Küçük yaşlardan itibâren güzel sanatlara özellikle hüsn-i hatta meraklıydı

Hattat Hâmid Aytaç’dan hatt dersleri aldı

Hatt ile meşgul olduğu dönemde oluşturduğu zengin hatt koleksiyonunu tasavvuf yoluna girince “kalbimi meşgul etmesin” düşüncesi ile çevresindeki hatt meraklılarına dağıttı

İlim ve hizmet özellikleri ile tanınan Topbaş âilesi, âilenin İstanbul’daki ilk büyüğü Ahmed Hamdi Efendi’den itibâren dînî ve ilmî muhitlerin destekçisi oldu

Elmalılı M

Hamdi Yazır ve Âyân âzâsı Mustafa Âsım Efendi gibi âlimlere maaş tahsis ederek sıkıntılarını gidermeye çalıştı

Daha sonraki dönemlerde ailenin büyükleri İlim Yayma Cemiyetinin kuruluşunda ve hizmetlerinin devâmında müessir rol oynadı
Topbaşzâde Musa Efendi (Musa Topbaş)
Mûsâ Efendi gençlik yıllarında Bekir Hâkî Efendi, Ali Yektâ Efendi ve Ömer Nasûhî Bilmen gibi devrin önemli âlimleri ile görüşür, ziyâretlerine giderdi

İstanbul’a geldiği zamanlarda Bediuzzaman Said Nursî’ye de arabasıyla hizmet ettiğini kendisi anlatırdı
Sultanhamamı’nda babası Ahmed Hamdi Efendi ile başladığı ticarî hayâtını, kardeşleri ile sürdürdü

Daha sonra kardeşleri ile tekstil sanayine yöneldi

1970 yılına kadar fiilen ticaret ve sanayiin içinde bulundu

Tasavvufî ifadesiyle
“halvet der-encümen” temel esası çerçevesinde iş hayatı ile mânevî hizmetleri birlikte yürüterek
“el kârda, gönül yarda” ilkesini kendi hayatında fiilen gerçekleştirdi

1970 yılından sonra sanayi ve ticaret işlerini oğullarına devrederek kendisini tamamıyla hizmete verdi

Vâkıa yine de ticarî hayattan bütünüyle kopmadı

Kardeşi ve oğullarının yönettiği fabrikasının üretimi ve ticârî işleri ile yakından ilgilenirdi
Mûsâ Efendi’nin hayatında en büyük değişiklik Ramazanoğlu M

Sami Efendi’yi tanıdıktan sonra gerçekleşmiştir

Kendisi ile ilk defa 1950 yılında Bursa’da tanıştı

Bu tanışmadan sonra zaman zaman Sami Efendi’nin ziyaretine gitse de esas intisabı 1956 yılındadır

Kendisi manevi tecrübesini ve intisabını şöyle anlatır: “
Muhterem Üstâdımızın huzûr-i âlîlerine girdiğimizde tasavvufa dair hiçbir malumatım yoktu
Bize evrad verecekler yapacağız, o kadar sanıyordum
Manevi terakkî gibi şeyleri bilmiyordum
Maneviyatı zâhirî ders gibi telakki ediyordum… Oysa kalbe kuvvetli bir aşk aşısı yapılıyor
Sâlik zeki ve anlayışlı ise onun farkına varıyor, kıymetini biliyor ve o hali muhâfaza ile terakkî ediyormuş”
Sami Efendi’yi tanıdıktan sonra hizmete ve insanlığa bakışı daha derin bir anlam kazanan Musa Efendi 1980 yılında Erkam Yayınlarının kurulmasına öncülük etti

1986 yılında da Altınoluk dergisinin çıkarılmasına ön ayak olduğu gibi, aynı yıl Üsküdar’da Aziz Mahmûd Hüdayi Vakfının kuruluşuna maddî ve mânevî katkılar sağladı
Kendisi başlı başına bir müessese ve vakıf gibiydi

Hayır hizmetlerinin her türü için ayrılmış fonu vardı

Kitap, yetimler, hastalar, cami ve okul yapımı için ayrılmış tahsisatı bulunurdu

Bu fonlardan her birini bir seveni vasıtasıyla yürütür ve kendisi de kontrol ederdi

Kitap fonunu kitap almaya mali gücü olmayan, okumaya meraklı kişilerle pek çok insanın istifade edebileceği kütüphaneler için kullandırırdı

Yetimler fonunu ebeveyninden birini kaybetmiş okumaya istidadlı, bilhassa hafız gençler için tahsis ederdi

Nitekim Bosna-Hersek zulmünün devam ettiği günlerde bu savaşta ebeveynlerini kaybeden Boşnak çocukları için bir yetimler yurdu tesisine öncülük etmiş, ancak bürokratik engeller sebebiyle maalesef bu yetimler Türkiye'ye getirilememişti
Hasta ve ilaç fonunu ise hastanelerde parası olmayan hastalara ilaç, ameliyat ve tedavi masraflarına katkıda bulunmak üzere sarf ettirirdi

Cami ve okul inşaatı için de özel bir fonu bulunur, bunu da camisi ve okulu bulunmayan yer ve yöreler için ayırırdı
Hastalar ve yaşlılar onun merhametini en çok celbeden kesimdi

1987 yılında evlerinden ve yuvalarından olmuş yaşlı ihtiyarlar için:
"Bunlar haklarında Allah'ın üff bile demeyin buyurduğu kimselerdir
" aslında bunları evlerimizde barındırmalıyız

Madem bunu yapamıyoruz, öyleyse onlara yuva sıcaklığında hizmet verecek huzur yurtları kurmalıyız, demiş ve Hüdayi Vakfına bağlı olarak tesis olunan huzur yurdunun kuruluş masraflarını bizzat kendisi ve yeğenleri karşılamıştı

Yoksul hastalar için bir poliklinik ve bir hastane açarak onların acılarını paylaşmak arzusundaydı

Bu maksatla gerçekleştirilen polikliniğin açılışında onun yüzündeki mutluluk ve heyecan herkesi sevindirmişti

Polikliniğin hizmetlerini takib için zaman zaman ziyârete gelmesi ve hizmetleri görmesi ona hazz veriyordu
İnsanların gençlik çağlarından itibaren güzel alışkanlıklar kazanmasına özen gösterirdi

On beş yıl kadar önce Topbaş âilesinin çocukları için bir özel eğitim başlatmış ve onlara harçlıklarından infâk ve hediye için mutlaka pay ayırmalarını söylemişti

Hattâ onların bu iş için bir defter tutmalarını ve harçlıklarından infâka ayırdıkları miktarı yazıp kendisine göstermelerini çocuk rûhunun anlayıp algılayacağı bir üslûpla öğretmeye çalışmıştı
Onun şefkat ve merhameti sessiz ve derinden her türlü ehl-i derde ulaşırdı

Şairin dediği gibi:
"Dert çok, hemdert yok, düşmen kavî, tâli' zebun
" düşmanın zalim, derdin çok ve talihin yaver gitmediği zor zamanlarda onun şefkat eli Hızır gibi yetişirdi

Hem de adını vermeyen isimsiz bir kahraman olarak

Yakın dönemlerde Afganistan ıstırabını, Bosna sancısını, Çeçenistan sıkıntısını, Kosova sızısını ve Filistin acısını yüreğinde hissedip himmetini esirgemeyen oydu

Bir sohbet meclisinden sonra Bosna-Hersek'teki yaraların sarılması için yardım toplanmıştı

Herkes kendi adına belli bir yardımda bulunduğu sırada o, büyük bir meblağ uzatmış ve: "Bir dostun buraya verilmek üzere fakîre emâneti!" diyerek takdim etmişti

Orada bulunanların çoğunda, verilen bu paranın meclise gelmemiş bir şahsın gönderdiği yardım intibaı uyandı

Ancak onun emanet dediği kendi malı, dost dediği de Allâh'tı


Endonezya'da ekonomik sıkıntıyı istismar eden Batılı bazı devletlerin misyonerler aracılığıyla oralara girmesi ve kiliseler inşa ederek Hıristiyanlığı yaymaya çalışması söz konusu olduğunda "Şimdi dil bilen insanlar olsa da oralara gönderilebilse


" diyerek teessürünü ifade etmişti
Yaptığı hizmetlerin faili imiş gibi görünmesinden rahatsız olur, maslahat gereği kendisi ile alakalı bir şey anlatacağı zaman daha çok meçhul sîgası kullanırdı
"
şöyle şöyle yapıldı, filan yere gidildi"derdi
Onun üzerinde çok durduğu meselelerden biri de günümüzün en yaygın hastalığı olan ferdiyetçi yaşamaktı, içtimâîleşme zarûretine verdiği önemdi

Sohbetlerinde dâimâ Hz peygamberin ashab-ı kirama sorduğu
“Bugün Allah için bir yetim başı okşadın mı? Bir hasta ziyaretine gittin mi? Bir cenaze teşyiinde bulundun mu?” hadisini sık sık gündeme getirirdi

Her sene örf haline getirdiği toplu düğünlerde birçok gencin mutlu bir aile yuvası kurmasına vesile olur, bu gençlere maddi olarak da yardımda bulunurdu

Ayrıca hem Türkiye’de hem de Medine’de Ramazan aylarında iftar sofraları kurdurur, iftar sevincini Müslümanlarla paylaşırdı
O, Hakk'ın cemâl sıfatına mazhar bir güzel insandı

Hem surette, hem sirette güzeldi

Hâli, kâli ve ahlâkı ile mükemmeldi

Yaradanına açık gönlünde, herkese yer vardı

Nebatattan hayvanata, oradan insanlara ulaşan bir sevgiydi bu

Her türlü güzelliğin çiçek açtığı gönlünde çiçeklerin ve güzellik timsali güllerin ayrı bir yeri vardı

Onları şefkatle seyreder, sevgi ile büyütürdü

Evinin bahçesindeki kediler ve köpekler bile ayrı bir şefkate mazhardı

Birbirlerinin hasmı olan bu iki cins, ondan gördükleri şefkatle husumeti unutmuşlar, adeta kardeş olmuşlardı

Kedi ile köpeğin birbirlerini yaladıkları onun bahçesinde çok görülmüştür
Ona göre tasavvuf demek sadece ibadet hayatı manasına gelmezdi

İnsanlığa ve canlılara hizmet onun hem hayatında hem de terbiye sisteminde muazzam bir ehemmiyete sahipti

Fakir fukaranın hasta olanları için açılmasına vesile olduğu Hüdayi kliniğine hastalığı sebebi ile bedenen hizmet edemediği için üzülür:
“-Gücüm yerinde olsa, gider hastalara bil-fiil hizmet ederdim
” derdi
Musa Efendi’ye göre tasavvufun gayesi kalbi olgunlaştırmak ve insanı Hakk’a vâsıl eylemektir
“Tasavvuf bir derya, çok dereceleri var
Mesela, kalp, ruh, sır hafi, ahfa diye gidiyor, muhabbetle bitiyor
Ama o kâfî mi? Hayır kafî değil
İlla Fahr-i Kainat Efendimiz’in ahlakıyla ahlaklanmak, edebiyle edeplenmek
Yani her an Cenab-ı Hak’la beraber olabilmek”
Tasavvufun aslı istikamet üzere olmaktır

Çok insan istikamet ehlidir ama onlara keramet verilmemiştir

Aksine bazen de istikamet ehlinin daha alt seviyesinde bulunanlardan keramet sadır olabilir

İstikamet Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirmek, ahlakî bakımdan durumunu düzeltmektir
Musa Efendi hizipçiliği kalp eğitimi almamış, noksan kalmış insanların bir hastalığı olarak görürdü

Kalp olgunlaşmış olsa ne hizipçilik kalır, ne de Müslümanlar arasında ihtilaflar

Bir güzel herkes birbirini bağışlayıverir

Diyelim ki hayırlı bir iş var; “Efendim illa ben” yok

Kabiliyetli ise ona bırak, sen de onun muavini gibi çalış

Yani yol sarih

Herkes onu yapamıyor

“Ene” mani oluyor

Ama tasavvufun tam zevkini alanlar müstesna

Ayrıca ona göre hizmete giren kimse şöhretten kaçınmalıdır

İslam yolunda yapılan bazı fedakarlıklar insanı gurura sevk etmemelidir
O, mânevî yolun bütün büyükleri gibi ne dünyâyı ne ukbâyı istedi

Sadece Allâh'a yöneldi

Cümle lezzetleri ifnâ ederek, gerçek lezzetin mârifetullâh olduğunun idrâki içinde yaşadı

Hiçbir meşguliyet, onu Hakk ile beraber olmaktan alıkoymadı

Âhıret amelini dâimâ dünyâ ameline takdim etti

Gönlü, nisan yağmuru damlalarından iri inciler peydâ eden sedefler gibiydi
Son günlerini büyük hastalıklar içinde geçiren Musa Efendi’nin en zor zamanlarında bile dilinden sadece Allah kelimesi dökülmüş, böylece zikir terbiyesinin en güzel örneğini sunmuştur

Ömrünün son üç yılında ve bilhassa vefatına yakın aylarda sıhhî iptilâ ve sıkıntılar, üst üste geldi

Evvelâ böbreklerini kaybetti

Devam eden iptilâlarla ıstırap, halsizlik ve dermansızlıktan konuşamaz hale gelmişti

Buna rağmen bütün gücüyle "Allâh, Allâh



" diye zikir hâlindeydi

16 Temmuz 1999 Cuma günü Cuma ezanları okunurken Hakk’ın rahmetine kavuştu
Mustafa Kara, Musa Efendinin vefatına şöyle tarih düşmüştür
Gönül bu, iki hece
Esrarlı bir bilmece
Tarihin üçler dedi
Vâh "ŞAM-I HATM-İ HÂCE"
Hayatın mânâsını bilir sahib-i iz'an
Kalblerin esrarını çözer sahib-i ihsan
Bir ney çıkıp söylesin vefatın tarihini
İki anahtar lâfız, işte "HUZUR VE İRFAN"
MusaEfendi’nin ömrünün son demlerinde hasta yatağında ara sıra gözünü açıp yakınlarıyla göz göze geldiği anlarda dudaklarından dökülen bazı sözleri:
-Bütün mahlûkatı sevdim
Hayvânâtı, nebâtâtı sevdim
Her şeyi, herkesi sevdim
Bir insan yanlış söylese de onu yine sevmek lazım
Allah düşmanları müstesnâ
-Hizmetle yorulan hizmetle dinlenir
-Merhamet her şeyin başıdır
-Dünya da boş, ukbâ da; illa Hakk’ın rızâsı
ESERLERİ:
Musa Efendi’nin bütün Eserleri, İstanbul’da Erkam Yayınları tarafından ve Sâdık Dânâ müstear ismiyle yayınlanmıştır
1
- İslâm Kahramanları üç ciltlik bir eserdir

Birinci cildi Hz

Peygamber ve ashâbının cesâret ve kahramanlıklarını, ikinci ve üçüncü ciltleri ise Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaşayan kahramanları anlatır
2-
Altınoluk Sohbetleri beş ciltlik bir eserdir

Altınoluk Dergisi’nde aylık olarak yayınlanan makâlelerinin toplanmış hâlidir

Zikir, istikâmet, sabır, şükür, edeb, tevbe, misâfirperverlik, Allah için sevmek, güzel ahlâk, merhamet, hizmet, ana-baba hakkı, cömertlik, tevekkül, temkîn ve telvîn, gözyaşı, çocuk terbiyesi gibi ahlâkî ve tasavvufî konulardaki yazılardır
3-
Sultânü’l-arifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Mürşidi Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Efendi’nin hayatı, ahlâkı ve tanıyanların dilinden bazı hâtırâlarını ihtivâ eden bir eserdir
4-
Allah Dostunun Dünyasından - Hacı Musa Topbaş Efendi ile Sohbetler Ömrünün son yıllarında kendisi ile yapılan ve peyderpey Altınoluk Dergisi’nde yayınlanan röportajların bir araya getirilmiş şeklidir

Hayatı ve dünya görüşü ile ilgili en mühim bilgiler bu eserde bulunmaktadır